Devlet dediğimiz yapı, en temelde insanı yaşatma sorumluluğuyla var olur. Tarihten bugüne siyaset düşüncesinin mihenk taşı olan “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” ilkesinin anlamı tam da buradadır. Bir ülkede yurttaşları insanca yaşayamazken, devletin gücünden söz etmek kolaycı bir slogandan öteye geçmez. Bugün Bodrum’da yaşanan mesele, aslında Türkiye’nin yönetim anlayışının bu temel ilkeyle ne kadar bağ kurabildiğinin canlı bir göstergesidir.
Bodrum artık yalnızca bir tatil bölgesi değil; nüfus hareketliliği, ekonomik hacmi, sosyal yapısı ve turistik yoğunluğuyla fiilen büyük bir şehir haline gelmiş durumda. Yaz aylarında milyonlara ulaşan bir nüfus yükünü taşıyan Bodrum’un suyu, kanalizasyonu, ulaşımı, sosyal konutu ve altyapı kapasitesi hâlâ orta ölçekli bir ilçe düzeyinde tutuluyorsa, burada sorunu yerel yönetimin üzerine yıkıp seyretmek, kamu yönetimi anlayışının en temel mantığıyla çelişir. Çünkü bu nüfus başka ülkenin yurttaşı değil; vergisini buraya ödeyen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşlarıdır.
Devlet, belediye ayrımı yapmaz; belediyeyi zaten kendi kurumu olarak görür. Dolayısıyla Bodrum Belediyesi’ni bir siyasi tercih sebebiyle yalnız bırakmak, gerçekte devletin kendi vatandaşına eşit davranma görevinden uzaklaşması anlamına gelir. Belediyeyi yalnız bırakmak, İçişleri Bakanlığı sistemindeki bir kamu kurumunu yalnız bırakmaktır. Bu nedenle Bodrum’un ihtiyaçları yalnızca belediye imkânlarıyla karşılanamaz; karşılanmamalıdır.
Bugün Bodrum’da suya erişim, altyapı, arıtma, ulaşım, çevre koruma ve sosyal konut gibi en temel ihtiyaçların giderilmesi, siyasi tercihlere göre planlanamayacak kadar temel insan haklarıdır. Uluslararası hukuk ve sosyal devlet ilkeleri, bu ihtiyaçların tarafsız biçimde garanti altına alınmasını öngörür. Türkiye, bu evrensel sözleşmelerin tarafı olduğuna göre, Bodrum’da yaşayan her yurttaşın bu hizmetlere erişimi, sadece yerel yönetimin değil, doğrudan devletin sorumluluğudur.
Turistik hareketliliğin getirdiği yoğunluk, burada bir belediyenin teknik gücüyle karşılanabilecek ölçekte değildir. Bu nedenle Bodrum’a merkezi bütçeden nüfusa dayalı kaynak aktarılması artık zaruri hale gelmiştir. “Yazlık bölge” algısıyla bütçe belirlemek, gerçek demografiyle bağdaşmaz. Bodrum yazın yalnızca turistik bir alan değil, Türkiye’nin fiilî büyükşehirlerinden biridir.
Kısacası mesele şu: Devlet baba ya da devlet ana ifadesi, ancak yurttaşa eşit davranıldığı sürece anlam taşır. Bodrum’u siyasi ayrım üzerinden değerlendirmek, devlet ilkesine aykırıdır. Bu topraklarda yaşayan her yurttaş, hangi partiye oy verdiğinden bağımsız olarak devletinin kendisini korumasını bekler. O yüzden çağrımız sadece Bodrum adına değil, devlet kavramının geleceği adınadır.
Bodrum’un hakkını Bodrumlulara teslim etmek, bir lütuf değil, anayasal bir gerekliliktir. Bunu hatırlatmak da bu kentin sakinlerinin olduğu kadar, bu ülkenin sorumluluk sahibi yurttaşlarının görevidir. Çünkü burada yaşayan insanlar nefes aldıkça, çalıştıkça, vergi verdikçe, devlet de bu hakikatin içinden yükselir.
Gerçek şu ki: Bodrum’da insan yaşarsa, devlet de yaşar.
